8 Mart 2014 Cumartesi

Tatlı Filiz ya da Yabani Kuşkonmaz





Bu.. bu.. nedir bu?

Bu yabani kuşkonmaz ya da buradaki adıyla tatlı filiz. Bahar yağmurları başlayınca çıkar. Pişirmesi inceliklerini bilirseniz gayet kolaydır ve çok lezzetlidir.

İki üç haftadır pazarda boy göstermeye başladı. Sormaya gittiğimde "bacım sen bekle bi yağmur yağsın sonra al" cevabını aldım. Güzelim yörük kızıma güvenirim.

Bu hafta el etti uzaktan, 4 demeti tutuşturdu elime 5 lira verecen diyerek. Aldım geldim. Böyle çok göründüğüne bakmayın. Ayıklanıca iki kişiye bir öğün olacak.





İşte ayıklanmış hali. Elimizle uçlarından çıt çıt iki ya da en çok üç kırıyoruz. Dahası körpe görünse de kılçıklanır yenmesi zevkli olmaz.

Şimdi bir baş soğanı çintip yağda pembeleştirecek ve içine bunları katıp orta ateşte kavurarak pişmesini bekleyeceğiz. Yumuşayınca tuzu, karabiberi ve iki yumurtayı ekleyip yumurtayı patlatıp hafifçe karıştıracağız.




İşte bu... Yanında taze ekmek de varsa... 


11 Aralık 2013 Çarşamba

Bizim Evin En İstenen Yemeği...


Yıl 1999, sevgilim ile oğlum evime yemeğe gelecekler ilk kez. Ne sever sorusuna "patlıcan sevmez" cevabını aldım almasına da durum biraz sıkıntılı. Et sever, tavuk sever, balık sever ama bunları ızgara sever ufaklık. Benim bekâr evinde de ızgara yok, doğrusu alacak durumum da yok. Ne yapmalı, ne yapmalı... Bi pilav yaparım o tamam, mezeler de tamam da... derken aklıma geldi tavuklu pilav yapmak.

Tavuk haşlandı, etleri didildi, suyuna tereyağlı pilav yapıldı, tavuk etleri içine atıldı, son dokunuş tuzu ve elim otomatik gitti karabibere... yarısını koymuşken aklım başıma geldi... 6 yaşında çocuk ya yiyemezse...

Sofraya oturduk, oğluş eline kaşığı aldığı gibi girişti pilava. Bir tabak daha verir misin? dedi sonra... Karabiberli tavuklu pilavı sevmişti. O gün bugün bizim evin en istenen yemeğidir.

Yavrum sensiz boğazımdan da geçmiyor ne yapacağız şimdi?

9 Aralık 2013 Pazartesi

Çayın/Ihlamurun En Güzel Eşlikçisi


Kışlardan bir kış ki hava -30 derece olmuş Ankara' da.. Yağan kar buz kütleleri halinde duruyor. Yakıt yok.. Çeyrek depo kalmış fuel-oil borular donmasın diye idareli yakılmakta. Okullar tatil, dışarıda soğuk kadar keskin bir linyit kokusu. Pencereler içeriden naylonla kaplanmış olan ısı kaçmasın diye. Isıcam filan nerede? Lafı bile yok.

İşte o soğukta battaniye altında kitaba dalmışken biraz ısıtsın diye odaya alınmış elektrikli ocakta kaynayan tarçınlı, zencefilli ıhlamur ve davlumbaz tipi elektrikli ızgarada pişen peynirli ekmeğin kokusu..

Atla deve değil tarifi.. Bayat ekmekler dilimlenir, kalmış peynir yumurta sarısıyla iyice ezilir, içine biraz maydonoz ya da dere otu karıştırılır, ekmeklerin üzerine sürülür ve doğru ızgaraya. Pişince üzerine biraz da kırmızı biber serpilince tadına doyulmaz.


8 Aralık 2013 Pazar

İlk Yemeğim..

Ankara' nın yazları bir başkaydı o zamanlar ya da bana öyle gelirdi. O yaza kadar kumruların gu-guuuuk-guk sesleriyle yatılan öğle uykuları, uyumadan okunan Altın Çocuk Kitapları... Dünyanın dört bucağında gezilen adalar, bulunan hazineler, gizli gizli bahçeler... Maceralar ve hayaller ki ucu bucağı yok.. ve hasretle beklenen ilk okul mezuniyeti. Bisiklet alınacak!

Bizim zamanımızda 3. sınıf önemli sınıftı. Mecburi eğitim üçe kadar. Pembe vardı sınıf arkadaşım. Kapıcıydı babası (şimdinin apartman görevlisi). 1. sınıfta ben 3. sınıftan sonra ayrılacağım demişti. Öyle de oldu... Pembe Özkapıcı (şaka değil adı buydu). Ne oldu o kıza sahi? Parlak saten önlüğü, kar beyaz yakası, gür kıvırcık siyah saçları... Çocuk kabullenişiyle aramızdan yok olup gitmesini ne kolay kabullenmiştik. Neyse konu bu değildi...

İşte o 3. sınıfın bittiği yaz, İsviçre' den getirilmiş ve okulun su varilinde test edilmiş ve testi geçememiş bir "su geçirmez" saat kola takılmışken tam, ele de roman alınmış ve uyunmayacak öğle uykusunun hazırlığındayken... Neclâ Hanım sabahtan ayıkladığı barbunyaları önüme koyarak "pişiriver şunları" dedi. Ta-ta-ta-taaaaaaaaaaaaammmmmmmmmmm..

Nasıl ya?

Girdik birlikte kapakları ihtimal ablam tarafından turuncu boyanmış mutfağa... Soy soğanları.. Böyle yapacaksın.. Rendele şimdi ama elini kaptırma... Soğan mı ağlattı ben mi ağladım bilmiyorum.. Hüngür hüngür ağladığımı biliyorum. Soğanlar yağda cızlarken domates rendesi, at onu da içine, elini yakma ama... Şimdi 2 diş sarmısak... Koy haşlanıp karası gitmiş barbunyayı ve ekle suyu üzerini örtecek kadar. Tuzunu ve şekerini unutma...

Pasifik okyanusunda korsan kovalayacakken turuncu kapaklı dolapları olan  mutfakta barbunya... Neyse barbunya pişti, akşam bizim kocaman aile sofraya oturdu... Annem barbunyayı sofraya koyarken "bunu Çiğdem pişirdi" dedi... Herkes çok beğenip hapur hupur yedi (ki valla da güzel olmuştu)... O zaman eline sağlık sözünün kıymetini anladım ve yemek yapmayı sevdim.

Anlattığım gibi anlatınca ki gerçeği de budur travma olması beklenirdi. Olmadı. O yaşta mutfağa girmek elime çabukluk ve lezzet verdi.

İyi ki yapmışsın anne.. gerçi o gün o romanı okusam da iyiydi ya :) iyi ki...

27 Ekim 2013 Pazar

Zeytin yapıyorum

Tadı tuzu olmayan bir yazı geride bıraktık.

Ölen, yaralanan, gözü çıkan çocuklarımızı gördükçe bırakın tarif paylaşmayı yemek yapmak gelmedi içimden, lokmalar boğazımdan geçmedi.  Ancak önümüz kış, hazırlık yapmak gerek. Dondurucuya atılacaklar atıldı ve sıra geldi zeytine.

Bu yıl badem dolgulu zeytin yapmak niyetim ama zeytin öyle ha deyince sofraya konmuyor. Şimdilik iki tür zeytinin ilk hazırlığını anlatayım, sonra yapılması gerekenler de daha sonraki gönderiye kalsın.

Dört kg zeytin alarak başladım işe. Zeytinlerin ağacın dibine düşen "dip zeytini" değil, dalından koparılmış "tepe zeytini" olmasına dikkat ederek. Farkı şudur ki zeytin toprağa deyince asitlenir. Lezzetli zeytin dalından yeni kopmuş tepe zeytinidir.

Üzerime en eski, en atılası kıyafetimi giydim sonra. İşlem sırasında lekelenecek ve bu leke çıkmayacak. Mutfak önlüğü de korumaz bu lekelerden. O yüzden işin başında aklınızda olsun.





Zeytini iki üç su yıkayarak başladım işe. Süzgece alıp suyunu süzdürdüm ve içlerinden en yeşil olanlarını ayırarak dolgulu zeytin yapmak için bir kavanoza doldurdum ve üzerini örtecek kadar içme suyu ekleyip kapağını kapattım.




Bu durumda, haftada bir suyu değişerek dört hafta bekleyip, acısını bırakacak. Sonra da salamuraya yatacak. Dolgulu yapılacak zeytinler çizilmez ve kırılmaz. Acısı çıkıp, salamura olduktan sonra çekirdekleri çıkarılır ve doldurulur. O yüzden 3-4 kez elimden geçecek. Şimdilik işleri bitti ama.

Bunlar kenarda dursun, kırma zeytin yapmaya giriştim. Bizim evde kırma zeytin sevilir ama salamura kırma zeytin olacak. İşin üst baş kirleten kısmı da bu bölüm işte.





Kesme tahtasının üzerine kağıt havluyu iki üç kat yaymak lazım. Bu zeytinlerin fırlayarak oraya buraya dağılmasını engelliyor. Sonra da teker teker ister taş havan eli, ister çekiç, ister iyice temizlenmiş bir taş ile zeytinler kırılıyor ve kavanozlara dolduruluyor.





Bu sırada zeytinin suyu, yüzünüze, üzerinize başınıza gelebilir. Hiç dert etmeyin, sıçrayanı krem sürer gibi cildinize yedirin. Doğal kremin keyfini sürün.





Hepsi bitince kavanozları yine İÇME SUYUYLA doldurun, ağzını kapatın ve serin ve karanlık bir yerde beklemeye alın. Haftada bir suları değişecek ve bir ay sonra salamuralanacaklar.

İçme suyu önemli. Şehir sularında klor var ve turşu ve zeytini yumuşatır.

Şimdiden sonrası sabır. Bir ay sonra salamura tarifi için şimdilik hoşçakalın.

Zeytinler yendi bitti neredeyse ben hala salamura tarifi yazmadım. 1 litre suya 2 çorba kaşığı tepeleme dolusu turşuluk tuz ve bir çorba kaşığı limon tuzu eritilecek. Su yine içme suyu olacak. Bu kadar... Bir hafta 10 gün sonra yenebilir. Afiyet olsun.


23 Şubat 2013 Cumartesi

Soğuk Algınlığına Karşı Taze Sarmısak Aşı(sı)

Eskiden kıştan bahara geçerken dilimden düşmeyen bir şarkı vardı. Bahar gelince ben böyle olurum, hapşuyum, turşuyum. Bütün öksürükler benden bu gece... diye. Gerçi öksürükten çatallaşmış ve kısılmış sesimle söyleyemezdim. Her iki haftanın birini de yatakta geçirirdim. Ne zaman ki taze sarmısaktan yapılan sarmısak aşını keşfettim hastalık filan kalmadı bende. O yüzden şubat ayında gözüm hep taze sarmısaktadır. Haftada bir pişer evde. Çiğ yiyemem kokusundan  rahatsız olurum ama bu şifa çorbası ağız kokusu da yapmaz. O zaman buyrun mutfağa.



Malzememiz iki bağ taze sarmısak, bir bağ taze soğanın yeşil kısmı, 5 su bardağı su, 2 su bardağı yoğurt, 1/2 su bardağı pirinç, 1 yumurta sarısı, 1 silme çorba kaşığı un, 1 silme çorba kaşığı kuru nane.






5 bardak su 1/2 bardak pirinçle ocakta kaynarken biz de sarmısakları ayıklayıp taze soğanların yeşil kısımlarını kesip yıkadıktan sonra keyfimize göre doğruyoruz.


Kaynayan suda pirinçlerin yumuşamasını beklediğimiz için geri kalan tüm malzeme bu arada hazırlanabiliyor. Bayılırım başında beklemek gerekmeyen yemeklere.




Şimdi bir kâseye iki bardak yoğurt, un, yumurta sarısı ve naneyi koyalım ve birbirine karıştıralım.





Pirinçler pişince içine önce doğradığımız sarmısak ve soğanları atıyoruz. Onlar hafifçe yumuşayınca da yoğurtlu karışımımız yavaşça giriyor tencereye. Bir yandan metal kaşıkla karıştırırsanız un topaklanma yapmaz.





Kaynayınca altını kısın beş dakika bırakın tıkırdasın. İsterseniz üzerine tereyağında kırmızı biber gezdirebilirsiniz.

Afiyet şifa olsun...