11 Aralık 2013 Çarşamba
Bizim Evin En İstenen Yemeği...
Yıl 1999, sevgilim ile oğlum evime yemeğe gelecekler ilk kez. Ne sever sorusuna "patlıcan sevmez" cevabını aldım almasına da durum biraz sıkıntılı. Et sever, tavuk sever, balık sever ama bunları ızgara sever ufaklık. Benim bekâr evinde de ızgara yok, doğrusu alacak durumum da yok. Ne yapmalı, ne yapmalı... Bi pilav yaparım o tamam, mezeler de tamam da... derken aklıma geldi tavuklu pilav yapmak.
Tavuk haşlandı, etleri didildi, suyuna tereyağlı pilav yapıldı, tavuk etleri içine atıldı, son dokunuş tuzu ve elim otomatik gitti karabibere... yarısını koymuşken aklım başıma geldi... 6 yaşında çocuk ya yiyemezse...
Sofraya oturduk, oğluş eline kaşığı aldığı gibi girişti pilava. Bir tabak daha verir misin? dedi sonra... Karabiberli tavuklu pilavı sevmişti. O gün bugün bizim evin en istenen yemeğidir.
Yavrum sensiz boğazımdan da geçmiyor ne yapacağız şimdi?
9 Aralık 2013 Pazartesi
Çayın/Ihlamurun En Güzel Eşlikçisi
Kışlardan bir kış ki hava -30 derece olmuş Ankara' da.. Yağan kar buz kütleleri halinde duruyor. Yakıt yok.. Çeyrek depo kalmış fuel-oil borular donmasın diye idareli yakılmakta. Okullar tatil, dışarıda soğuk kadar keskin bir linyit kokusu. Pencereler içeriden naylonla kaplanmış olan ısı kaçmasın diye. Isıcam filan nerede? Lafı bile yok.
İşte o soğukta battaniye altında kitaba dalmışken biraz ısıtsın diye odaya alınmış elektrikli ocakta kaynayan tarçınlı, zencefilli ıhlamur ve davlumbaz tipi elektrikli ızgarada pişen peynirli ekmeğin kokusu..
Atla deve değil tarifi.. Bayat ekmekler dilimlenir, kalmış peynir yumurta sarısıyla iyice ezilir, içine biraz maydonoz ya da dere otu karıştırılır, ekmeklerin üzerine sürülür ve doğru ızgaraya. Pişince üzerine biraz da kırmızı biber serpilince tadına doyulmaz.
8 Aralık 2013 Pazar
İlk Yemeğim..
Ankara' nın yazları bir başkaydı o zamanlar ya da bana öyle gelirdi. O yaza kadar kumruların gu-guuuuk-guk sesleriyle yatılan öğle uykuları, uyumadan okunan Altın Çocuk Kitapları... Dünyanın dört bucağında gezilen adalar, bulunan hazineler, gizli gizli bahçeler... Maceralar ve hayaller ki ucu bucağı yok.. ve hasretle beklenen ilk okul mezuniyeti. Bisiklet alınacak!
Bizim zamanımızda 3. sınıf önemli sınıftı. Mecburi eğitim üçe kadar. Pembe vardı sınıf arkadaşım. Kapıcıydı babası (şimdinin apartman görevlisi). 1. sınıfta ben 3. sınıftan sonra ayrılacağım demişti. Öyle de oldu... Pembe Özkapıcı (şaka değil adı buydu). Ne oldu o kıza sahi? Parlak saten önlüğü, kar beyaz yakası, gür kıvırcık siyah saçları... Çocuk kabullenişiyle aramızdan yok olup gitmesini ne kolay kabullenmiştik. Neyse konu bu değildi...
İşte o 3. sınıfın bittiği yaz, İsviçre' den getirilmiş ve okulun su varilinde test edilmiş ve testi geçememiş bir "su geçirmez" saat kola takılmışken tam, ele de roman alınmış ve uyunmayacak öğle uykusunun hazırlığındayken... Neclâ Hanım sabahtan ayıkladığı barbunyaları önüme koyarak "pişiriver şunları" dedi. Ta-ta-ta-taaaaaaaaaaaaammmmmmmmmmm..
Nasıl ya?
Girdik birlikte kapakları ihtimal ablam tarafından turuncu boyanmış mutfağa... Soy soğanları.. Böyle yapacaksın.. Rendele şimdi ama elini kaptırma... Soğan mı ağlattı ben mi ağladım bilmiyorum.. Hüngür hüngür ağladığımı biliyorum. Soğanlar yağda cızlarken domates rendesi, at onu da içine, elini yakma ama... Şimdi 2 diş sarmısak... Koy haşlanıp karası gitmiş barbunyayı ve ekle suyu üzerini örtecek kadar. Tuzunu ve şekerini unutma...
Pasifik okyanusunda korsan kovalayacakken turuncu kapaklı dolapları olan mutfakta barbunya... Neyse barbunya pişti, akşam bizim kocaman aile sofraya oturdu... Annem barbunyayı sofraya koyarken "bunu Çiğdem pişirdi" dedi... Herkes çok beğenip hapur hupur yedi (ki valla da güzel olmuştu)... O zaman eline sağlık sözünün kıymetini anladım ve yemek yapmayı sevdim.
Anlattığım gibi anlatınca ki gerçeği de budur travma olması beklenirdi. Olmadı. O yaşta mutfağa girmek elime çabukluk ve lezzet verdi.
İyi ki yapmışsın anne.. gerçi o gün o romanı okusam da iyiydi ya :) iyi ki...
Bizim zamanımızda 3. sınıf önemli sınıftı. Mecburi eğitim üçe kadar. Pembe vardı sınıf arkadaşım. Kapıcıydı babası (şimdinin apartman görevlisi). 1. sınıfta ben 3. sınıftan sonra ayrılacağım demişti. Öyle de oldu... Pembe Özkapıcı (şaka değil adı buydu). Ne oldu o kıza sahi? Parlak saten önlüğü, kar beyaz yakası, gür kıvırcık siyah saçları... Çocuk kabullenişiyle aramızdan yok olup gitmesini ne kolay kabullenmiştik. Neyse konu bu değildi...
İşte o 3. sınıfın bittiği yaz, İsviçre' den getirilmiş ve okulun su varilinde test edilmiş ve testi geçememiş bir "su geçirmez" saat kola takılmışken tam, ele de roman alınmış ve uyunmayacak öğle uykusunun hazırlığındayken... Neclâ Hanım sabahtan ayıkladığı barbunyaları önüme koyarak "pişiriver şunları" dedi. Ta-ta-ta-taaaaaaaaaaaaammmmmmmmmmm..
Nasıl ya?
Girdik birlikte kapakları ihtimal ablam tarafından turuncu boyanmış mutfağa... Soy soğanları.. Böyle yapacaksın.. Rendele şimdi ama elini kaptırma... Soğan mı ağlattı ben mi ağladım bilmiyorum.. Hüngür hüngür ağladığımı biliyorum. Soğanlar yağda cızlarken domates rendesi, at onu da içine, elini yakma ama... Şimdi 2 diş sarmısak... Koy haşlanıp karası gitmiş barbunyayı ve ekle suyu üzerini örtecek kadar. Tuzunu ve şekerini unutma...
Pasifik okyanusunda korsan kovalayacakken turuncu kapaklı dolapları olan mutfakta barbunya... Neyse barbunya pişti, akşam bizim kocaman aile sofraya oturdu... Annem barbunyayı sofraya koyarken "bunu Çiğdem pişirdi" dedi... Herkes çok beğenip hapur hupur yedi (ki valla da güzel olmuştu)... O zaman eline sağlık sözünün kıymetini anladım ve yemek yapmayı sevdim.
Anlattığım gibi anlatınca ki gerçeği de budur travma olması beklenirdi. Olmadı. O yaşta mutfağa girmek elime çabukluk ve lezzet verdi.
İyi ki yapmışsın anne.. gerçi o gün o romanı okusam da iyiydi ya :) iyi ki...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)